Haçlı ordularını perişan edip Kudüs'ü işgalden kurtaran kahraman..............
Kudüs'ün imamı Şeyh Murad Efendi, Selâhaddin Eyyûbî'nin yanına vardığında, onu devamlı tekbir getirken buldu.
Selâhaddin Eyyûbî Şeyh Murad Efendi'nin içeri girdiğini görünce yatağından doğrulmaya çalıştı, fakat kımıldayamadı.
Her zaman ulemâya hürmet etmiş, onların rahatça ilme çalışmaları için gerekli şartları hazırlamıştı. Son ânının geldiğini hissedince de, zevcesine: "Hoca Efendiye haber gönderin, gelsin de Kur'ân-ı Kerim okusun... Ben Hak yoluna vâsıl olacağım" demişti.
Şarkın bu sevgili sultanının hastalığı herkesi derinden üzmüştü. Onun yaptığı hizmetleri bilenlerin, görenlerin üzülmemesi mümkün müydü?..
Şiî Fatımîlerin saltanatına son vererek, bütün İslâm âleminin takdirini kazanan Selâhaddin Eyyûbî, Mısır'dan başka bir çok ülkeyi de idaresi altına almıştı. Yemen, Hicaz, Suriye, Lübnan ve Filistin gibi beldeler onun idaresinde tek devlet halinde sırt sırta vermişti. Selâhaddin Eyyûbî'nin gayesi İttihad-ı İslâm'ı temin etmekti. Kendisini İslâm'ın hizmetkârı biliyor ve İslâm âleminin her türlü meselesini halletmek için uğraşmayı en mühim vazife addediyordu.
İslâm ülkelerinde kısmen birliği temin ettikten sonra Haçlıların üzerine yürümüş ve 5 Temmuz 1187'de büyük Haçlı ordusunu tamamen imha ederek, Kudüs'ü 88 yıl devam eden Haçlı işgalinden kurtarmıştı. Bu zafer üzerine sadece İslâm âleminin değil, bütün dünyanın da takdirini kazanmıştı. Çünkü, Haçlılar Kudüs'ü işgal ettiklerinde, binlerce masum insanın yanı sıra hayvanları bile kılıçtan geçirmişken; Selâhaddin Eyyûbî, Hıristiyanlara dokunmamış, onlara bütün hak ve hürriyetlerini iade etmişti.
Üçüncü Haçlı Seferi ile teşekkül ettirilen ordulara karşı da yaman bir mücadele veren ve onları perişan eden Selâhaddin Eyyûbî, dünya tarihinde mümtaz bir yere sahip olmuştu.
İşte, dünyanın hayranlıkla yâdettiği bu namlı kahraman şimdi son ânını yaşamakta idi.
"Hakkınızı helâl ediniz" diye bütün yakınlarıyla, ku-mandanlanyla, devlet idarecileriyle, ulemâ ile helâlleşen Selâhaddin Eyyûbî'nin hâli herkese çok tesir etmişti. Odada bulunanlar artık gözyaşlarını saklamıyorlardı. Yalnız Şeyh Murad Efendi metanetini muhafaza etmekteydi. Bir ara Kur'ân-ı Kerim'e hatime verdi ve Selâhaddin Eyyûbî'nin baş ucuna gelerek vasiyyette bulunmasını söyledi. Selâhaddin Eyyûbî şöyle dedi:
"Benim vasiyyetim, ümmetin saadet ve huzurunu dilemekten başka bir şey değildir."
Daha sonra eliyle yine Kur'ân-ı Kerim okunmasını işaret etti. Şeyh Murad Efendi ruhların derinliklerine nüfuz eden sesiyle okumağa başladı. Kur'ân-ı Kerim okundukça Selâhaddin Eyyûbî'nin yüz ifadeleri değişiyor, hastalığın vermiş olduğu sıkıntının izleri yüzünden yavaş yavaş siliniyordu. Bir ara, bu İslâm kahramanının yavaş sesle bir şeyler söylediği görüldü. Kelime-i şehâdet getiriyordu. Tam cümlesini tamamlamıştı ki, vücudundan bütün hayat emareleri kayboldu. Beka âlemine göçmüştü...
Camilerde merakla bekleşen ahâli, müezzinlerin sala verdiğini duyunca durumu anlayıp gözyaşı dökmeğe başladı. Herkes, kendilerine müreffeh bir istikbal hazırlamak için çırpınmış olan idarecilerinin ardından ağlamaktaydı.
Cuma günü kılınan cenaze namazında mahşeri bir cemaat vardı. Tabut, pek çok savaşlara götürülmüş olan sancağın altına konulmuştu. Sanki, Selâhaddin Eyyûbî orduların başında, elinde sancak, hücumdan önce safları teftiş eder gibiydi...
Selâhaddin Eyyûbî toprağa verilirken, kumandanlarından Mahmud Han elinde tuttuğu bir kılıcı havaya kaldırarak şöyle diyordu:
"Ey cemaat-i Müslimîn! İşte hükümdarımızın bütün serveti bu kılıçtan ibarettir."
Ülkeler fetheden koca hükümdar dünyaya asla iltifat etmemiş, varını yoğunu hizmet için harcamış, bu dünyadan ayrılırken üzerine yalnızca kefenini geçirmiş, geride kılıcından başka bir şey bırakmamıştı...